top of page

Hayalini Unutan, Yolda Yorulur




İnsan hayatı, bir yolculuk. Ve bu yolculukta yönünü tayin edebilenlerle, yönünü kaybedenler arasında görünmez ama keskin bir çizgi var. Hayalini unutan, yolda yorulur. Kimi zaman kalabalıklar arasında, kimi zaman tek başına yürüdüğümüz bu hayatta; bir yere ulaşmak, bir anlam üretmek, bir iz bırakmak istiyorsak, en çok ihtiyacımız olan şey bir hayaldir. Hayal, hedefin başlangıcıdır. Hayal olmadan motivasyon eksilir, kararlılık zayıflar ve yolda yürümek giderek anlamsızlaşır. Hayalini unutan bir insan, çoğu zaman nereye gittiğini de neden gittiğini de unutmuştur artık. Ve o unutuluşun yükü, yoldan çok daha ağırdır.

Hayalin Psikolojik Temeli: Beklenti Teorisi Bağlamında Motivasyon Victor Vroom’un Beklenti Teorisi, bireyin davranışlarını belirlemede beklenti, araçsallık ve valens (değer) gibi üç temel unsuru ön plana çıkarır. Teoriye göre bir bireyin çaba göstermesi, üç soruya verdiği cevaba bağlıdır:

1. Beklenti (Expectancy): “Eğer çaba gösterirsem başarılı olur muyum?” 2. Araçsallık (Instrumentality): “Elde ettiğim başarı, istediğim sonuca yol açar mı?” 3. Valens (Valence): “Bu sonucun benim için anlamı ve değeri nedir?”

İşte hayal, bu üç unsurun hem temelini hem de bağlayıcısını oluşturur. Kişi bir hayali varsa, gösterdiği çabanın başarıya ulaşabileceğine dair bir inanç geliştirir. O başarıya ulaşmanın kendisine anlamlı bir ödül getireceğine inanır ve o ödülün içsel değeri varsa, motivasyon başlar. Hayal kurmayan, hayaline yabancılaşan bir birey için bu üç bileşen de zayıflar. Çünkü artık hem çabanın anlamı kaybolmuş hem de yolculuğun ödülü silinmiştir. Vroom’un kuramı, “hayalini unutan, yolda yorulur” sözünün psikolojik altyapısını açıkça ortaya koyar.

Hayal: İçsel Pusula ve Anlam Taşıyıcısı İnsan zihni, sürekli bir anlam üretme ihtiyacı içerisindedir. Psikoloji literatüründe bu durum, Viktor Frankl’ın logoterapi yaklaşımıyla açıklanır. Frankl’a göre, insanı hayatta tutan temel dürtü “anlam arayışıdır.” İşte hayal, bu anlamın somutlaşmış halidir. Bir hedefe ulaşma arzusu, aslında o hedefin temsil ettiği yaşam anlamına duyulan ihtiyaçtan doğar. Dolayısıyla hayalini kaybeden bir birey, yalnızca bir hedefi değil, aynı zamanda yaşama bağlanma gerekçesini de kaybetmiş olur.

Bu nedenle hayal, sadece geleceğe dair bir resim değil; aynı zamanda bireyin bugünkü varlığını düzenleyen bir pusuladır. Yolculuğun her anında, o pusula yönü gösterir. Ne zaman ki kişi o pusulayı göz ardı eder, işte o zaman yoldaki her taş, her çukur, her engel devleşir. İnsan bir anda ilerleyemez, çünkü neden ilerlemesi gerektiğini unutmuştur.

Mikro Mücadeleler ve Makro Amacın Unutuluşu Günümüz dünyasında, özellikle rekabetin yoğun olduğu profesyonel hayatta bireyler büyük hayallerle yola çıkar; ancak zamanla detaylarda kaybolurlar. Örneğin, bir yazar adayını düşünelim: Hayali, büyük bir etki yaratacak bir kitap yazmak olabilir. Ancak bu yolculukta derin okumalar, tartışmalar, eleştiriler, kaynak bulma zorlukları derken birey bir noktada neden başladığını unutabilir. Karşısındaki kişinin eleştirisini kişiselleştirmeye başlar, üretimin zorluğu anlamını yitirir. Çünkü hayalini gözünün önünde tutmayı bırakmıştır. Hayal, görünmezleşince; yol, yalnızca bir çileye dönüşür.

Oysa aynı kişi, hayalini zihninde canlı tutsa —örneğin imza gününü, bir okurun kitabından yaptığı alıntıyı hayal etse— karşılaştığı zorluklar anlam kaybetmez. Aksine, o zorluklar birer yapıtaşı haline gelir. Hayal, mikro mücadeleleri makro amaca bağlayan en güçlü zihinsel mekanizmadır.

Atatürk’ün Vizyonu: Hayal ve Gerçeklik Arasındaki İnşa Mustafa Kemal Atatürk’ün hayal gücüyle gerçeği buluşturma konusundaki ustalığı, bu yazının belki de en etkileyici tarihsel örneğidir. Dış basından bir muhabir, Atatürk’e şöyle sorar: “Paşam, sizinle ilgili ne var ne yok, hepsini dinledim, okudum, araştırdım. Tüm başarılarınız akıllara durgunluk veriyor. Gerçekten nasıl başardınız?” Atatürk şu yanıtı verir: “Hayal ettim. Hayalimin önündeki engelleri tespit ettim. Engelleri kaldırdığımda hayalim kendiliğinden gerçek oldu.”

Bu cevap, yalnızca stratejik zekânın değil, aynı zamanda içsel vizyonun ve sabrın da bir dışavurumudur. Atatürk, hayalini yalnızca düşlemekle kalmamış, onu gerçekleştirmek için gerekli olan zihinsel ve pratik hazırlığı da yapmıştır. Bu yönüyle onun sözleri, Vroom’un Beklenti Teorisi ile birebir örtüşür: Hayal, çabayı anlamlı kılmış, başarıyı mümkün hale getirmiştir.

Hayalini Unutan Yorulur: Tükenmişlik ve Yön Kaybı Modern psikoloji, hayalsizlik halini “amaçsızlık” ve “tükenmişlik” kavramlarıyla açıklar. Özellikle tükenmişlik sendromu (burnout), bireyin yaptığı işin anlamını yitirmesiyle başlar. Her gün tekrar eden işler, anlamsız görünen uğraşlar, sürekli sonuç odaklı beklentiler, hayal gücüyle beslenmeyen bir zihinde büyük bir boşluk yaratır. Ve sonunda birey, sadece yorgun değil, yönsüz hisseder.

Hayalini unutan insan, kendi iç sesini de kaybeder. Başkalarının başarı tanımlarına, toplumun beklentilerine, anlık kazançların cazibesine kapılır. Yol uzar, ağırlaşır. Ve bir noktada, “Ben bu yola neden çıktım?” sorusu cevapsız kalır.

Hayaline Sahip Çıkmak Bir Sorumluluktur. Hayaline sahip çıkmak, yalnızca kişisel mutluluk için değil, topluma karşı bir sorumluluk olarak da görülmelidir. Çünkü büyük değişimler, büyük vizyonlarla başlar. Bugün bir liderin, bir sanatçının, bir bilim insanının hayali; yarının dünyasını şekillendirebilir. Bu yüzden, hayaller yalnızca birer düş değil; aynı zamanda hareketin, değişimin ve umudun kaynağıdır.

“Hayalini unutan, yolda yorulur” sözü; hem birey hem de lider olarak hepimizin iç sesi olmalıdır. Yolun ağırlığı değil, yönsüzlüğü yorar insanı. Eğer bir hayalin varsa, o hayale sımsıkı sarıl. Yolda karşılaştığın her engel, seni yavaşlatmak için değil; seni büyütmek için orada. Hayalini unutmayanlar, yorulsa da asla yolda kalmaz. Çünkü bilirler ki hayal, yolu değil, yürüyeni inşa eder.

 
 
 

Comments


İlk kaydınıza özel %10 indirim fırsatını kaçırmayın. Hemen katılın!

bottom of page